Yeniden Mali Kural!

Didem Yeşiltan Bayar
Ekonomist
[email protected]

Ağustos ayı başından bu yana Türkiye ekonomisi başta döviz kuru olmak üzere, birçok iktisadi değişkende çok geniş aralıkta dalgalanmalar tecrübe etti. Ayın sonunda bakıldığında Türk Lirasındaki değer kaybının yaklaşık yüzde 30 düzeyinde olduğu görülüyor. Bu gelişmelerin ardında birçok ekonomik, siyasi ve diplomatik gelişmenin yattığı açık. Kamuoyundaki yaygın kanaate göre ise ağırlıkla ABD’nin, bilhassa Başkan Trump’ın saldırgan dış siyaseti yaşananları açıklamaya yetebilir. Ancak şu da ortada ki, Türkiye ekonomisinin belki de en büyük yapısal kırılganlığı olan cari açık ve dışa bağımlılık sorunu; yaşanan gelişmelere hızlı adımlarla çözüm üretmeyi olanaksız kılıyor. Politika yapıcılar finansal piyasalarda yaptıkları düzenlemelerle spekülatif atakları dizginlemiş gözüküyor. Ancak yukarıda da bahsettiğim gibi ihracatın her zaman üzerinde bir noktada yer alan ithalat ve bunun zaman içinde oluşturduğu dış borçluluk, dövize olan talebi arttırarak TL’de değer kaybını sürüklemeye devam ediyor. Binance üzerinden işlem yapmak için buraya tıklayarak üyelik oluşturmanız gerekmektedir.

İşte tam bu sebeple, meseleye daha kalıcı çözümler ve daha kararlı adımlarla yaklaşılması son derece önemli. Yapılan açıklamalarda ortaya konduğu üzere, bu anlamda Hükümetin hareket planları mevcut. Disiplinli bir maliye politikası izleneceği ve kamu harcamalarında tasarrufa gidileceği yönünde bir irade ortaya kondu. Bu yazımda da daha çok bu nokta üzerinde duracağım. Maliye politikasının sıkılaşması, toplam iç talebin daralması yolu ile mevcut enflasyonist baskıları bir nebze hafifletebilir. Dahası yatırımcılar nezdinde güven tazeleyebilir. Ancak bana kalırsa, sıkılaşmanın evrensel deyiş ile daha güvenilir (credible) olabilmesi, bir taahhüt ile birlikte ortaya konulması ile mümkün. Burada taahhütten kastım, kamu maliyesi literatüründeki mali kural deyişi ile karşılanıyor. Türkiye’nin taslak düzeyinde daha önceki yıllarda mali kural çalışmaları oldu.

Ancak, bunun ötesinde ekonomi tarihimizde uygulamaya konmuş bir mali kuraldan ne yazık ki söz etmek güç. Uluslararası uygulamalara bakıldığında, mali kurallar genellikle bütçe dengesi üzerine konulan (kimi durumlarda dengenin bileşenleri üzerine veya borç stoku üzerine de konulduğu görülebilir) miktarsal kısıtlar ile tanımlanmaktadır. Hükümetler, kısıtlara uyacaklarını, çıkardıkları bir kanun ile hatta kimi durumda Almanya, Fransa ve birçok Kuzey Avrupa ülkesinde olduğu gibi anayasal bir düzenlemeyle taahhüt ederler. Bazı durumlarda ise sözlü siyasi bir taahhüt ile de uygulamaya gidildiği görülmektedir, ancak bu durumda kuralın güvenilirliğinin bir nebze azalabileceği akılda tutulmalıdır. Türkiye örneğinde bütçe açığını sınırlamak üzere tanımlanacak kuralın; gelirlerin, esasen vergi gelirlerinin, milli gelir veya ithalat gibi makroekonomik büyüklüklere duyarlılığı göz önünde bulundurularak; harcamaları kısıtlayacak şekilde tasarlanması daha uygun olacaktır. Bütçe dengesi üzerine konulacak kısıt, gelirlerdeki bu dalgalanmayı ve vergi yapılandırması tahsilatları gibi tek seferlik işlemleri ayıklayarak belirlenirse, daralma dönemlerinde maliye politikasının manevra alanı genişleyebilecektir.

Burada konulacak kuralın, bu teknik özellikleri taşıması ile birlikte, yatırımcılar ve tüm kamuoyu ile iletişiminin kolay olması da siyasilerin elini rahatlatacaktır. Daha anlaşılır bir kuralın, güvenilirliği de şüphesiz daha yüksek olacaktır. Türkiye ekonomisinin yere en sağlam basan ayaklarından biri olan kamu maliyesinin, böyle bir dönemde güven tazelemesi bence önemli bir yapısal adım olacaktır. Tek bir gösterge üzerinden bakıldığında, AB Tanımlı Genel Yönetim Borç Stokunun milli gelirin yüzde 30’undan az olduğu açıktır. Ancak, risk primlerinin yükseldiği; iktisadi ve mali kurumlardaki değişimlere dair belirsizliklerin olduğu bu dönemde ekonomimizin, kamu maliyesine dair böylesi adımlardan çok olumlu etkileneceğini umuyorum. Binance üzerinden işlem yapmak için buraya tıklayarak üyelik oluşturmanız gerekmektedir.

Kaynak: Boss Life Dergi