Eski masallardan günümüze gelmiş bir kraliçe gibi zarif
ve büyüleyici St. Petersburg, soğuk kış günlerini sonsuz
güzelliğiyle ısıtıyor.
Şehrin üzerini bir tül gibi nazikçe kaplayan buz gibi kış havası gezginlerin işini zorlaştırsa da St. Petersburg’un hülyalı güzelliğini iyice vurguladığı yadsınamaz. Pastel renkli barok ve rokoko binaları, altın kubbeleri ve göz alabildiğine uzanan geniş caddeleriyle Neva Nehri’nin kırk iki adasının üzerine yayılan şehir yalnızca üç yüz yaşında. Buna rağmen çalkantılı geçmişine sığdırdığı birçok olay, St. Petersburg’u keşfederken tarihin farklı dönemlerine birebir tanıklık etmenizi sağlıyor.
Çar Büyük Petro’nun ‘Batıya açılan pencere” olması amacıyla 1703’te kurduğu şehir, gerçekten de biraz Batı’dan, biraz Rusya’dan aldığı sanat, kültür ve mimariyle şekillenip kendine has bir büyü edinmiş. On bir imparator, su baskınları, Bolşevik devrimi, üç yıl süren Leningrad kuşatması ve 90’lardaki ekonomik reform, 300 yıl boyunca ismi bile birkaç kez değiştirilen St. Petersburg’un, kuruluşundan bugüne tanık olduklarından sadece birkaçı. Birkaç kez yıkım aşamasına gelip her zaman küllerinden yeniden doğmayı da başarmış bir şehir burası… Elbette 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesine dek tahtta oturan Romanov Hanedanı’nın şatafatlı dönemi başta olmak üzere, her dönem edebiyat, müzik ve sanatın diğer dallarından yetenekleri kendisine çekmesiyle, tarihiyle olduğu kadar zengin kültür sanat yaşamıyla da ziyaretçilerini şaşırtıyor.
Dünyanın en büyük müzelerinden birine, sayısız saraya, parka, köprüye, sanat eseri gibi metro istasyonlarına ve anıta sahip olan şehirde kendinizi küçücük hissetmeniz olası. Baş döndürücü St. Petersburg’u ziyaret ettiğinizde mutlaka görmeniz gerekenler arasında, en başta elbette Hermitage Müzesi bulunuyor. Çariçe Katerina’nın kış sarayı olarak inşa edilen müze, Leonardo da Vinci, Raphael, Picasso gibi sanatçılarınki de dahil 3 milyondan fazla esere ev sahipliği yapıyor. Katerina’nın buz mavisi dış duvarlarıyla büyüleyen yazlık sarayı Peterhof ’ta da Kehribar Odası gibi nadide mimari eserler göz kamaştırıyor. Rusya’nın askeri tarihine ilgi duyuyorsanız Aurora adlı 1900’lerden kalma savaş gemisinin içindeki müzeyi, dünyanın en geniş Fabergé eserleri koleksiyonunu görmek isterseniz, Shuvalov Sarayı’ndaki Fabergé Müzesi’ni ziyaret etmelisiniz.
Müzelerin büyüsünü bir kenara bırakırsak, şehrin sanatın en özel örnekleriyle dolup taştığından bahsetmiştik. St. Petersburg’da klasik tiyatro eserlerini izleyebileceğiniz UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan Alexandrinsky Tiyatrosu, klasik müzik konserlerini ve bale gösterilerini barok bir salonda izleyebileceğiniz Mariinsky Tiyatrosu bilet almak için sarfettiğiniz emek ve zamana değecek deneyimler. Özellikle bu şehirde doğan ve ölen Tchaikovsky’nin en önemli eseri Kuğu Gölü’nün gösterimlerinden birine denk gelirseniz kendinizi daha da şanslı hissetmelisiniz. Kültür, sanat ve tarihle dopdolu St. Petersburg’dan Rusya’nın yerel lezzetlerinin tadına bakmadan dönmeyin. 1903’te inşa edilen görkemli Eliseyev Emporium’un yiyecek standları arasında gezinip havyar ve somon satın alabilir, daha lüks bir yemek deneyimi için Grand Hotel Europe’ın Caviar Bar’ında vodka somelyesinin önerileriyle otuz farklı çeşit vodkanın ve elbette leziz havyarların tadına bakabilirsiniz.
Kaynak: Boss Life Dergi