Kültürel Şizofreni

Ali Apaydın

[email protected]

Kültürel Şizofreni

Avrupa’da gerçekleşen modernizm ve onunla birlikte şekillenen sanayi devrimi, dünya tarihinde köklü bir dönüşüm yarattı. Öyle ki, bu dönüşüm dünyayı Avrupa’ya indirgerken, Avrupa’yı da dünyaya yükseltgedi.

Sonradan bir tür ilerleme olarak adlandırılan bu süreçte, öncelikle üretim biçimleri ve daha sonra da tüketim biçimlerini belirleyen teknoloji olgusu, merkezi bir yer edindi. Shayegan’ın ifadesiyle, bu süreçte bir değişimler şenliği yaşanmaya başlandı. Gün be gün, insan yaşamının tümüne hitap eden, ve onu şiddetli bir şekilde sarsan değişimlerdi bunlar.

Üretim, ulaşım, iletişim ve tüketim şekilleri geri dönülmez bir başkalaşım serüvenine koşulmuştu artık. Üstelik bu değişimler öylesine hızlıydı ki, neredeyse iki kuşak arasındaki yaşam şekilleri birbirinden tümüyle ayrışmış, kopuk bir yapı olmaya başlamıştı.

Nihayetinde sancılı, bunalımlı ve süreğen bir şekilde bu değişim ve dönüşüm Avrupa’da yüzyıllar alan bir tarihin oluşmasına sebep verdi. Ve Avrupalı denen şey, bu tarihle birlikte varoldu; dahası bu tarihle yetinmeyip, bu serüvenin öncesindeki dönemlere doğru yaptığı sondaj çalışmasıyla ilerleme adı verilen şeye dâhil edilebilecek her düşünü ve yapıyı kendi içine aldı ya da kendine mal etti. Ve neticede muazzam bir inşaat gerçekleştirmiş olmanın gururuyla, kibirli ve ukala bir üst-insan soyu yarattı.

***

İşte bu noktada, bu durumun şu günde doğuda dünyaya gelen bizler için öneminin saptanması gerekmektedir. Kuşkusuz ki, biz de aynı dünyanın, yani Avrupa’dan müteşekkil bir dünyanın içindeyiz artık. Ki bu söz konusu durumun, bizler için, bir sorun teşkil etmesine sebep verir. Sorun, başta da değinildiği gibi bu serüvenin Avrupa’yı Avrupa olmaktan çıkarıp, onu dünya yapmasından kaynaklıdır. Ve tersi bir şekilde dünyayı da Avrupa yapmasından. Bu, tekleştirilen bir yapının içinde iki tür insanın varolmasına sebep verir: dünyalı olan Avrupalılar’la, Avrupalı olan dünyalılar.

Bizler, dünyalı olan Avrupalılar sınıfında bulunuyoruz. Sözü edilen değişim şenliğine katılmamış, dahası bu süreçte yine Shayegan’ın ifadesiyle tarihte tatile çıkmış, Avrupa’dan en iyi ihtimalle üç dört asır sonra ve öncesindeki hiçbir dönüşümü ve bunalımı yaşamadan bu serüvenin içine alınmış bir kültürün üyeleriyiz. Bu konumumuz, Shayegan’ın yerinde bir tespitiyle bilinçlerimizin yaralanmasına sebep vermiştir.

Peki, bu yaralı bilinç nedir ve nasıl işler? Değişimi yaşamadan doğrudan değişmiş, değiştirilmiş varlıklar olarak, derin bir çatlağın arasına sıkışmış bir bilinç köpüğüdür o. Anlamaktan çok dâhil olmanın önem kazandığı bir coğrafyada hareket etmesinden ötürü, eleştirellikten yoksun çarpık bir yapıda varolur.

Kutsallıklarla donatılan fakat kutsal olmayan bir etrafın içinde bulunuyor oluşundan ötürü de heterojen bir algının mahcubiyetinde yüzen bu kültürün trajedisini Shayegan şöyle ifade ediyor:

“Kendilerini kaderin ellerine bırakan, bütün eylem hevesleri geçen, talihsizlik sonucu tüm değerlerin yer değiştirdiği heterojen bir dünyada yaşayan ezilen halklar sonunda yarı felçli bir bakış açısı edinmeye başlarlar. Bu bakış hep yarı yarıya felçlidir: ötekini eleştirdiğinde kendisini ülküleştirir; bir şeye saldırdığında başka bir şeyi kutsar. Aynı anda iki sicil üzerinde kalamaz; hem soran hem de cevap veren olamaz, yani olumlu ve olumsuz nedenlerin üzerinde, her tür nesnelliğe bağlı eleştirel bir tutumu yoktur.” (s. 152)

***

Eleştirellikten yoksunluk, ve bunu perçinleyen kutsallaştırma, dahası dikkatini sorulardan çok yanıtlara odaklayan bu yaralı bilincin varettiği nesneler hemen her yanımızı kaplamış ve hatta benliğimizi dahi işgal etmiş durumdadır. Tuhaf denemeyecek kadar vahim, acınası düşünce yapıları var eden bu bilinç, olur olmaz verileri harmanlamada, birbiriyle hiçbir ilişkisi olmayan tutumları birleştirmede, öncelik ve sonralık ilişkisini altüst etmede ve her şeyi birbirine karıştırmada derhal işe koşulur. Ve neticede anlamdan yoksun, çarpık ve hatta çarpık olmaktan öte kelimenin tam anlamıyla boş, bomboş fikirler birbirine kenetlenerek, sürekli bir melezlemenin sonucunda her şey birbiriyle ilişkilendirilmeye çalışıldığından ortaya darmadağınık fırça darbelerinden oluşan berbat bir tablo çıkar. Shayegan bu evreni çok yerinde bir ifadeyle tanımlıyor: gerçek-altı dünya.

Türkiye’deki durum

Türkiye özelinde ise durum biraz farklılık göstermekle birlikte yine de Türkiye’deki Marksist Alevilerin, anarşist Müslümanların, dindar ateistlerin bu tablonun figürleri olduğunu belirtmek gerek.  Bunlara cinsel özgürlükten dem vuran ut yerlerini güçlü bir tabuyla kutsallaştıran bakireler de eklenebilir, ya da sadece katıldığı bir eylemden ötürü hapishaneye düşüp yaşadığı bu deneyimden anlam dilenen sosyalistler de…

Elbette sorun, her ne kadar kültürün kaçınılmazlıkları üzerinde beliren bir şizofreniden kaynaklı olsa da, bu sorunla baş etme biçimi ancak ve ancak kişisel çabalamalar ekseninde gerçekleştirilebilir.

İşin kültürel tarafı, yaralı bir bilinçle dünyaya gelmiş olmamızdır. Bununla birlikte yaralı bir bilinci tedavi etmek için, bir doktordan ilaç talep etmekten daha vahim hiçbir şey olamaz. Çünkü sözü edilen doktor, zaten bilincinizi yaralayan kişidir.

Esasen eleştirel bir bakışı göz ardı ederek, bir şeylere bağlanmak, dahi olmak, medet ummak vb gibi yaklaşımlarla, şizofrenimizi daha bir derinleştirip boğulmak dışında hiçbir seçeneğin kalmadığı bir girdabın içine sürüklenmekten başka yapabileceğimiz şeyler de vardır. Ki Türkiye özelinde, bu yapabilirlik olanağı çok daha güçlü bir yapıdadır. Zira her ne denirse densin, doğunun ideolojik olmayan yegâne devrimi bu topraklar üzerinde gerçekleşmiştir. Ve bu durum, ciddi bir önem arz eder. Kuşkusuz ki, bu devrimin eksiklikleri ve yanlışlıkları, dahası ciddi handikapları söz konusudur. Fakat bu durumla baş etmenin yolu, yukarıda da değindiğim gibi kendine bir yer seçmekle değil, ait olunacak bir yer aramakla değil, ve açıkçası somut olarak hiçbir karşılığı olmayan bir adla yaşamakla (sosyalist, Müslüman, Kemalist vs değil), ancak, öncelik ve sonralık ilişkisini iyi kavrayarak, güçlü bir eleştirel aklı işe koşarak, dürüst olarak, ve eylemden önce düşünüde bir değişimi yaşayarak ve peşi sıra eyleyerek gerçekleştirilebilir. Bunun için de kutsal bir ilaçmış gibi yutkundukları an pek çok beleş haklılığı elde ettiğini sanarak, sadece bir hapla iyileşebileceğini düşünen Müslüman, Kemalist Marksist, sosyalist vs gibi çeşitli adlar altında kendine bir yer arayan insanlardan biri olmanın, esasında birbirinden hiçbir farkı olmayanlardan biri olmak olduğunu kavramak bir başlangıç noktası olarak ele alınabilir.

Referans:

Shayegan, Daryush; Yaralı Bilinç -Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni-; çev. Haldun Bayrı; Metis yay., 2007 (5. basım)

Not: Bu yazı ilk olarak 24 Mayıs 2009’da Günlük Haber gazetesinde yayımlanmıştır.