Sarı Sıcak Mardin

Mezopotamya manzaralı kutsal şehir, taşın ve aşkın şiiri Mardin.

Herhangi bir Anadolu şehrinde bir benzerini onlarca kez görmüş olmanız muhtemel, büyükçe bir Atatürk heykelinin olduğu meydanı geçtikten sonra, herşey bir virajı dönmenizle başlayacak Mardin’de. Yaşadığınız büyük şehrin sıradan

bir sokağı olabilecek genişlikte, arnavut kaldırımıyla döşeli bir cadde üzerinde yol alırken, biraz da eşekler ve atlar üzerinde seyreden insanların katkısıyla, bunun alıştığınız caddelere pek benzemediğini, birbirinin aynı sayılabilecek taş binalarla çevrili olduğunu anladığınızda, hele ki biraz ilerde hemen solunuzda kalan postane binasının ihtişamını gördüğünüzde sizin Mardin hikayeniz de başlamış olacak. Mişli geçmiş zaman kipinde asılı kalmış bir rüyaya, taştan bir eski zaman şehrine hoşgeldiniz! Ve madem postane binasına kadar ulaştınız, hemen karşısındaki çay bahçesine oturup tavşankanı bir çay eşliğinde güne keyifle başlayabilirsiniz. Mezopotamya manzarası müessesenin ikramı.

Ana caddeden saparak kendinizi bulacağınız, “abbara” ismi verilen karanlık tünellerle birbirine bağlı sokaklarda kaybolmaya hazır olun. Yolunuzu kaybettiğinizde belediyenin kadrolu eşekleriyle karşılaşacaksınız, çocuklar karşılık beklemeden rehberlik edecek size, ilk selam vereceğiniz kişi zorla mırra ikram edecek, kapı tokmaklarını bir bulmacayı çözmeye çalışır gibi takibe dalacaksınız ve kaybolduğunuzu sandığınız an, bunca karmaşıklığına rağmen tek bir çıkmaz sokağı olmayan bu labirentte kadrolu eşşeklerin ayak seslerine bazen Arapça bazen Türkçe bazen Kürtçe konuşmalar eşlik etmeye başlayacak ve tekrar ana caddeye yaklaştığınızı anlayacaksınız. Durmayın devam edin keşfetmeye bu büyülü kenti…

Artık olmadığını düşündüğünüz mesleklerin resmi geçidine şahit olacaksınız Eski Çarşı’da; hiç şaşırmayın. Her sanatın ustasında aynı yorgun alışkanlığı ve aynı bilge sabrı göreceksiniz. Camaltı ve telkâri ustalarında

da, kehribar tacirinde de, terzilerde de, dokumacılarda hatta demirci atölyelerinde ve kalaycılarda da aynı dinginlik karşılayacak sizi. Mardin’de telaş ve aceleye yer yokmuş gibi hissedeceksiniz. Süryanilerin kuyumu, Ermenilerin taş yontuculuğu, tahta oymacılığı gururla sergilenecek sırayla. Kendinizi kıyıları tarih olan bir nehirde hissedeceksiniz sokaklarında yürürken; medreseleri, camileri ve kiliseleriyle, telkarisi ve Süryani şarabıyla bir kültürler buluşmasına şahitlik edeceksiniz her adımınızda.

Siz binbir labirente girip çıktıkça bir saat önce karşılaştığınız yüzler pek
de yol almamış olacak ve tanıdık gelmeye başlayacak. Sanki bir tek siz koşturup duruyormuşsunuz gibi hissedeceksiniz. Sonra yavaş yavaş
siz de durulacaksınız. Zaman zaman burnunuza gelen ve hafif de olsa genzinizi şöyle bir yoklayan baharat kokuları ile Doğu’nun büyülü kenti sizi zamanısızlığına doğru çekecek ve bambaşka bir ruh iklimine taşıyacak. Dahası herkes size “hocam” diye hitap ettikçe garipseyeceksiniz, gerçeklik algınız zayıflayacak ve baharat kokan belgesel bir filmin içindeymişsiniz hissi uyanacak zihninizde.

Esnafın tutumu -hele ki bir büyük şehirden geliyorsanız- her adımda
sizi daha çok şaşırtacak. Kimsenin sizi, bambaşka bir hayattan kalkıp gelen bir yabancıyı yadırgamadığını, objektifinize takılan herkesin size güven ve samimiyetle baktığını farkedeceksiniz. Ve sokaklarda kimsenin birbirine bağırmadığını, büyük şehirlerin asabiyetinin buralara hiç uğramamış olduğunu da… Gerçekten nasıl birşey olduğunu unuttuğunuz misafirperverlik ne demekmiş konulu dersler alarak yol alacaksınız

eski şehirde. Babadan oğula, ustadan çırağa el verilerek günümüze gelen, yüzlerce yıllık kazancıların yüzlerce yıllık yordamlarıyla dövdüğü kazanların sesi eşlik edecek size. Marangozlar kıraathanesinde bu defa çok kültürlülük nedir konulu bir dersin içinde bulacaksınız kendinizi.

Gabriel’in komşusu Mehmet’le, Mehmet’in çocukluk arkadaşı Abdullah’la, Abdullah’ın ortağı Rafael’le olan muhabbetini görünce anlayacaksınız o meşhur Batılı gezginin neden “bütün dünyayı Mardinleştirmeli” dediğini. Dinler, diller ve insanlık halleri üzerine konuştukça göreceksiniz ki onlar hayatlarında bu sınırları çoktan aşmışlar; bir yanları Türk, başka bir yanları Süryani, öbür yanları Arap ya da diyelim ki Ermeni, başka yanları Kürt olsa da, hepsi ayrı dillerde de olsa hep birlikte Mardinliler. Ve sakın ola içilen çayların, kahvelerin, hatırı kırk yılı da aşacak mırraların karşılığını para ile ödemeye kalkmayın, gücenirler. Şunu çok sık duymaya hazır olun bu şehirde: “Sizin paranız geçmez burada hocam!”.

Hiç tanımadığınız bir adam rehberlik işini devralacak çocuklardan.
Ulu Cami’nin minaresindeki kabartmaların hikayesini dinleyeceksiniz ondan. Önünden geçerken hiç dikkatinizi çekmeyen ve ironik bir tesadüf eseri bugün de bir marangozun deposu olan, yaşı bin yılı
aşkın eski bir kilise binasına girdiğiniz an artık ikna olacaksınız bu şehrin büyülü olduğuna. Yeni bir şey keşfeden küçük bir çocuğun heyecanına eş bir enerjiyle, o daracık sokaklarda saatlerin nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız. Bazen görüş alanınızın hemen kenarında bir yerlerde, örneğin geçtiğiniz abbaranın üstündeki evde yaşananların merakıyla dalmışken siz, masal bu ya belki de Mungan’ın çocukken tutulduğu geyik arz-ı endam edecek ve göz göze geleceksiniz kısa bir
an için. Ve Mardinlilerin güvercin sevdasına şahit olacaksınız her adım başı. Evlerin, dükkanların, iş yerlerinin bir yerinde mutlaka bir güvercin kafesi olduğunu öğreneceksiniz. Bütün şehrin en büyük hobisi olan güvercinlerin gördüğü bu ilgiyle Mardin sizi bir kez daha şaşırtmayı başaracak.

Eğer tarihe ve sosyolojiye meraklı biriyseniz Kasımiye Medresesi, Deyrulzafaran Manastırı, Mardin Kalesi ve Dara Harabeleri’ni es geçmemelisiniz. Deyrulzafaran Manastırı Mardin’in beş kilometre
kadar doğusunda Mezopotamya’ya bakan yamaçlarda yer alan ve bir kısmı milattan önce inşa edilmiş çok önemli ve çok da heybetli bir yapı. Bu mekanda tarih boyunca pek çok rahip, şair, filozof ve metropolitin yetişmiş olduğunu ve bu metropolitliğin 1932’ye kadar Süryani Ortodoksların ruhani liderliğini yaptığını da belirtmeliyim. Manastırın altında bir de 4500 yıllık olduğu söylenen güneş tapınağı var tavanında harç malzemesi kullanılmadan yerleştirilmiş bir kilit taşı barındıran. Beşinci yüzyılda inşa edilen ana binanın harcında yörede yetişen safran çiçeklerinin kullanıldığı rivayet ediliyor ve binanın Mardin’e has sarı rengini biraz aşan parlaklığı buradan geliyor. 600 yıla yakın Süryanilerin yani İsa’ya ilk inanan Hristiyanların merkezi olan Deyrulzafaran’ın üç tarafı dağlarla çevrili. Etraftaki dağlarda üçüncü yüzyıla tarihlenen Mor İzozoel, Mor Yakup ve Meryem Ana Manastırları var. İnzivaların, konuk yatakhanelerinin, mezarların, okul ve kiliselerin olduğu bölümlerin korunmuş olması herkes için gerçek bir hazine. Her ışık, her karanlık, her taş, her avlu, her duvar baş döndürücü zengin bir geçmişi anlatacak size ve geçmiş zamanların büyüleyici hikayelerinde kaybolacaksınız.

Sonrasında nerelerde vakit geçirirsiniz, gümüş telkariler ve Mor Gabriel Manastırı’nı görmek için mesela Midyat’a mı gidersiniz bilemiyorum ama gün batımını Kasımiye Medresesi’nde geçirmeli ve Mardin’in deniz gibi ovalarına bir de o tepeden bakmalısınız. Kasımiye Medresesi’nin hayat havuzunu seyre dalmalı, bu çokkültürlü şehrin ve ruhani aydınlığın tadını çıkarmalısınız.Nereden gittiğinizin önemi yok. Bir an için gidince dönecek başka şehir yokmuş gibi hissedeceksiniz

bu derinlikli coğrafyada. En zoru buradan ayrılmak olacak. Evinize
ve gündelik rutininize döneceksiniz muhakkak ama ruhunuz orada kalacak. Eşe dosta neler yaşadığınızı, neler hissettiğinizi anlatmaya kalkışacak ama hep bir şeylerin eksik kaldığını fark edeceksiniz. Sonra imdadınıza biraz olsun çektiğiniz fotoğraflar ve fotoğraflardakilerin hikayeleri yetişecek.

Kaynak: Boss Life Dergi