Mehmet Turgut Röportajı

Türkiye’de fotoğraf deyince akıllara ilk gelen isim, Mehmet Turgut. Sevgili ağabeyim, arkadaşım, dostum, büyüğüm Mehmet ağabey ile röportaj yaptık. Bu ay, Dergidir.com için başarılı fotoğrafçı Mehmet Turgut’u fotoğrafladım ve hayatının dönüm noktalarını, fotoğraf ile ilk tanışmasını, hazırladığı ilk sergiyi konuştuk.

En son neler yaptınız?

En son, Ala portreler isminde bir fotoğraf sergisi yaptım. Benim usta olarak adlandırdığım, sanatsal duruşuyla, hayatta ki duruşuyla çok takdir ettiğim sekiz sanatçıyı bir araya getirip onlara birkaç tane anahtar kelime verip onlara zaman ile ilgili sadakat ile ilgili sorular sorup bunları da bir belgesel haline getirip bir fotoğraf sergisi yaptım. Toplamda 27 milyon kişiye sosyal medyada ulaştık. Onun öncesinde 30 isminde bir kitap çıkarttım. Şimdi yaş 40’a yaklaştığı için sevgili Yekta Kopan ile 40’ı hazırlayacağız. Her 10 sene de bir sanatsal işlerden derleme bir kitap yapmayı düşünüyorum.

“Falan Filan” fikri nasıl ortaya çıktı? Siyasi sebeplerden dolayı mı bitti?

Günümüzde herşeyin arkasında bir siyasi sebep var. NTV’deki program, onların program yapar mısın teklifiyle gelmişti. Ben de kabul etmemiştim. Ama ne istersen yapabilirsin dediler. Benim için sihirli cümle budur. Hayatımda fotoğrafını çekmeyeceğim birisi bana bu cümleyi kurduğu zaman bende bir hareketlenme oluyor ve düşünmeye başlıyorum. NTV için bir televizyon formatı hazırladım, 6 bölüm çektim, 2. bölüm yayınlandığında Türkiye’de bir takım olaylar meydana gelmeye başladı. Ben de kendi kişisel rahatsızlıklarımdan dolayı programdan ayrılmayı tercih ettim. Kavga ederek, sizi terk ediyorum durumu olmadı. Başka kanallardan da teklifler var. Belki yaparım, belki yapmam. Televizyon programı yapmak benim birinci konsantrasyonum değil, benim birinci konsantrasyonum fotoğraf çekmek.

İyi fotoğrafçı anı yakalayan mıdır yoksa iyi perspektif yakalayan mıdır?

İyi bir fotoğrafın iyi bir fotoğraf olduğuna sadece teknik olarak karar verebiliriz. Bundan nereden baksan 15 sene önce afsad’da fotoğraf okumaları vardı. Üstadlar gelmişler, biz de çok meraklıyız. Ben de işte birkaç fotoğrafımı yanımda getirmişim. Düşünsene daha 20 yaşındayım. Bir tane fotoğraf var, benim o fotoğrafta anlatmak istediğim ve yaptığım şey ile insanların anladığı şey arasında dünyalar kadar fark vardı. Ben o zaman anladım ki bir fotoğrafın duygusunu açıklamak fal bakmaktan öteye gitmeyecektir. Ben buna fotoğraf falı demeye başladım ve hiçbir fotoğraf okumasına fotoğraflarımı götürmeme kararı aldım. Bir fotoğrafın iyi veya kötü olduğunu birilerine göstermeden, duvarına asmadan, sergilemeden yine iyi veya kötü olduğuna karar veremezsin.

Fotoğraf ile ilk tanışma nasıl oldu?

Babamın bir lafı var; Eğer Turgut ailesi üyesi iseniz birinci kural fotoğraf bilmek zorundasınız. Ama istediğiniz mesleği yapabilirsiniz. Çünkü benim işlerim kötü gitse, Türkiye’nin ya da Dünya’nın herhangi bir yerinde fotoğraf çekerek hayatımı devam ettirebilirim. En kötü vesikalık fotoğraf çekerim. Fotoğraf ile tanışmama gelince ise, ben ilk ne zaman fotoğraf çektim ya da ilk fotoğraf makinam neydi hatırlamıyorum. Çünkü herkes bir ilkokul, ortaokul okudu, okuldan çıkınca eve gitti değil mi? Ama benim öyle değildi. Benim annem de babam da stüdyoda çalıştıkları için ben okuldan çıkınca stüdyoya giderdim. Bütün oyunlarımı orada oynadım, dersimi orada çalıştım. O arada oldu bişeyler.

Aile fotoğrafçılığından, sanat fotoğraflarına geçiş nasıl oldu?

Ben zaten çocukluğumda fotoğrafçılık yaptım, sonra askere gittim, geldim ve dijital fotoğrafçılık başladı. Dijital fotoğrafçılık başladıktan sonra o makinaları keşfetmek ve dijital makinaların ışıklar ile olan temasını öğrenmek üzerine bir takım çalışmalar yapmak zorunda kaldık. Bunu bize öğretecek kimse yoktu Türkiye’de, hatta Dünya’da. O yüzden tek yolumuz vardı deneme-yanılma. Bir yandan da fotoğraf işlerimiz var tabii ki onlar için de analog makinalar ile devam ediyorduk. Akşamları kepenkleri indirdikten sonra dijital makinaları deniyorduk. Arkadaşlarımı çekmeye başladım. Sokakta gördüğüm güzel-çirkin, kısa-uzun bir çok insanı çekmeye başladım. Sonra internet siteleri çıkmaya başladıktan sonra oralara yüklemeye başladım. Bir süre sonra portre fotoğrafları çekmekten sıkıldım ve bunlara reji vereyim dedim. Daha zevkli olmaya başladı, bir süre sonra kostümler de bulalım dedim ve daha ilginç tipler aramaya başladım. İş artık bana fotoğraf çektirmek isteyen yüzlerce kişiye kadar ulaştı ve ben içlerinden insan seçmeye başladım. Yani hikayeler uydurup onlara kahramanlar bularak fotoğraf çekiyordum. Sonra bana, sen konsept fotoğrafı çekiyorsun gel İstanbul’da sergi yapalım dediler ve ondan sonra çözüldü gitti.

Leonardo Da Vinci’nin son akşam yemeği tablosunu yaparken, orada kullanacağı iki figür vardır. Birisi iyi olan İsa’dır. İsa’yı yapacağı kişiyi sokakta arar ve bulur ve onun resmini yapar. Daha sonrasında kötü’yü yapacağı karakteri ararken epey vakit geçirir ve bulduğu karakter isa’nın resmini yaptığı kişi olduğunu fark eder. Fakat daha derbeder, sokaklara düşmüş bir haldedir. Yani iki karakter aradığınız zaman bunu tek vücutta bulduğunuz oldu mu?

O benim yahu. (Gülüyor) Öyle olmadı ama, o dönem ile bu dönem arasında bir çok fark var. İnsanlar daha çabuk iletişime geçebiliyor ve sokakta artık daha çok insan var. Mesela bir modele kafayı takıp onunla on farklı konsept çektiğim var. Bazı sipesifik noktalarda benim için vücut formları daha önemli oluyor. O yüzden Da vinci’nin yaptığı gibi bir şey yapmam mümkün değil.

İlk sergiyi nasıl bir duygu hali için ortaya çıtkı? Aşk tesadüfleri sever seni mi anlatıyor?

İlk sergimi açtığım zaman tabii ki çok heyecanlanmıştım. İstanbul Fotoğraf Evi’nde açmıştım. Çok tesadüfi şeyler oldu. Osman Ürper vardır. Bir gün beni aradı, İstanbul Fotoğraf Evi’nde bir fotoğrafçı sergi açacaktı, gelememiş. Bende seni önerdim, bu kadar süre içinde sadece bu deli yetiştirebilir diye, sergi açabilir misin dedi. Bende tabii dedim ve maskeler sergisini hazırladım. O sergi benim için bir dönüm noktasıydı. “Aşk Tesadüfleri Sever” filmi ise sevgili Ömer Faruk Sorak ile biz birgün yemek yerken ona Ankara’dan İstanbul’a giden hikayemi ve bazı özel hikayelerimi anlattım. O da senaristini bana gönderip 4 saatlik ses kaydımı alıp senaryo yazmaya başladılar ve film ortaya çıktı.

Dönüm noktası dedin, hayatın kaç dönem?

Bence insan hayatında maksimum dört ya da beş dönüm noktası vardır. Bu dönüm noktalarında risk vardır. Risk, sıfır noktasına dönmek demektir. Eğer o dönüm noktalarını göze alamıyorsanız dönüm noktası değildir. Hayatta az ya da çok yoktur. Mesela ya az seversin ya çok seversin, orta düzey seveyim diye bişey yoktur. İş hayatında da böyledir. O yüzden de o dönüm noktalarını ıskalamamak lazım. Bir de hem herşeyi çok hafife almamak hem de çok ciddiye almamak icap ediyor. Bir dengeye ihtiyacımız var.

Mehmet Turgut, Türkiye’de bir ilki yaptı, Ozzy Osbourne, Mettalica gibi isimleri dünyaca ünlü isimleri çekti. Bu nasıl oldu?

Başlangıçta şöyle oldu, zaten ben Türkiye’de neredeyse tüm rock gruplarının fotoğraflarını çektim. Daha sonra yabancı rock gruplarının fotoğraflarını çekme peşine düştüm. Türkiye’ye gelen yabancı rock gruplarına portfolyomu gönderdiğim zaman onların çok hoşuna gitti ve kabul ettiler. Bunların içerisinde Alice Cooper, Ozzy Osbourne, Apocaliptica, Mettalica, Slayer gibi dünyaca ünlü bir çok rock grubu var. Bir çoğu albüm kapağı yaptılar. Yerli yabancı bir çok rock grubunu çektiğimi fark ettiğim zaman neden bunları sergiye dönüştürmüyorum diye düşünerek “Rock’n Frame” sergisini yaptım. Ankara, İstanbul, İzmir’in yanısıra Macaristan’da da sergilendi.

Diğer röportajlarımızı okumak için tıklayın!

.

1 YORUM

  1. Mehmet Turgut shot her for Ezel and in L’Officiel for Şahsiyet

Comments are closed.