Küreselleşmenin Sinema Endüstrisine Etkisi ve Üretim Alanında Ticari Temelleri

Yazar: Aybüke Yetim
[email protected]

Sinema sektörüne baktığımızda Özen Film, Umut Sanat, Erler Film gibi pek çok yerli şirketin yanı sıra Warner Bros, United International Pictures (UIP) gibi yabancı dağıtım şirketlerinin özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından sonra Türkiye’de faaliyet göstermeye başladığı görülmektedir. Türkiye’nin küresel kapitalist sisteme eklemlenme sürecinde pazara giren yabancı şirketler, film sektörü üzerinde etkili olarak önemli oranda bir pazar payı elde etmeyi başarmışlardır. Bu nedenle çalışma yabancı dağıtım şirketlerinin film pazarına girdiği yıl olan 1989’dan 2016 yılına kadar olan zaman dilimini kapsamakta ve Türkiye’de sinema alanına giren küresel sermayenin nasıl bir dönüşüme yol açtığını araştırmayı hedeflemektedir. Çalışmada öncelikle kültür-küreselleşme ilişkisi, küresel bir sinema endüstrisi olarak Hollywood ve uluslararası kültürel politikalar ele alınmakta daha sonra Türkiye’de 1989 sonrası film sektörüne egemen olan politikalar ve ulusal-uluslararası aktörlerin politika yapım sürecindeki etkinlikleri değerlendirilmektedir.

KÜRESELLEŞMENİN TEMEL DİNAMİKLERİ

Küreselleşmenin yeni bir biçim olmadığı ve kolonyalizmle başlayan bir süreci ifade ettiği yaygın olarak kabul edilen bir görüştür. Ancak Manuel Castells’in de belirttiği gibi 20. yüzyıl, enformasyon ve iletişim teknolojilerinin sağladığı altyapıya dayanan yeni bir tarihsel gerçekliğe tanıklık etmiştir. Teknolojinin, bilginin akışkanlığını, emek pazarındaki rekabeti ve çokuluslu şirketlerin küresel yayılımını akla getiren kavram günümüzde kültürün bu süreçteki önemi ve maddi pratiklerle ilişkisi çerçevesinde de tartışılmakta, tartışmalar genellikle sürecin olumlu ve olumsuz yönlerinin vurgulanması ekseninde ilerlemektedir. Örneğin Roland Robertson, küreselleşmeyi farklılaşma ve benzeşmeyi aynı anda mümkün kılan bir dinamik olarak nitelendirmekte, evrenselin (küreselin) yerelleşmesi ile yerelin evrenselleşmesinin bir arada gerçekleştiğini belirtmektedir. Frederic Jameson ise küreselleşmeyi “kültürel benzeşme” ve “kültürel farklılaşma” olmak üzere birbiriyle ilişkili iki zıt dinamikle ifade etmektedir: Küreselleşme bir yönüyle pazarların, ekonomilerin ve kültürlerin Amerikan egemenliğine dayalı tek bir homojen kültür altında birleşmesi anlamına gelir ve ulus devlet bu durumda ulusal kültürün farklılığını ve küresel benzeşme karşısındaki özgünlüğünü koruma amacıyla hareket eder. Öte yandan küreselleşme tüm dünya kültürlerinin yeni ve yaratıcı kombinasyonlar içinde bir araya gelmesi olarak değerlendirilebilir; bu noktada kavram kültürel farklılıkların temsiline dayalı, marjinal olarak nitelendirilen grup ve kültürlerin kapsandığı geniş bir iletişim ağını ima eder.

Kültürel farklılaşma eksenindeki bir diğer tartışma, küreselleşmenin bütünleşmeye karşı parçalanma olarak tanımlanması çerçevesinde yürütülmektedir. Buna göre küreselleşme, insanları coğrafi sınırlar boyunca birleştiren yeni örgütlenme biçimlerini akla getirse de, özellikle etnik ve ırksal farklılıkları ima ettiği için ulus devletler açısından bir tehlike oluşturmaktadır. Jameson’a göre küreselleşmenin derecesi arttıkça kültürel çeşitliliğe yönelik temel tehdit ulus aşırı pazarları egemenlik altına almaya çalışan şirketlerden gelecektir. Jameson Hollywood filmlerinin tüketimini Amerikan kültürel hegemonyasının bir sonucu olarak görmekte ve ulusal kültürlerin özgünlüğü karşısında bir tehdit olarak yorumlamaktadır.

Mattelart da benzer bir yaklaşımla küresel kültür anlayışının amaçlarından birinin tek bir imge pazarı yaratılması olduğunu belirtmekte ve Amerikan kültür endüstrisinin, küreselliğin parametrelerini belirlediğini vurgulamaktadır (1995: 104- 105). Bunun nedenlerinden biri Amerika’nın kültürel üretimi başlangıcından beri endüstriyel bir girişim olarak görmesi, bir diğeri ise Amerikan pazarının karmaşık iç işleyişidir. Tüketici yapısının dünyadaki tüketici tabanı gibi kültürel bir çeşitlilik göstermesi, zamanla Amerika’nın kültür ürünleri üzerindeki tartışmasız egemenliğini beraberinde getirmiştir. Stam ve Shotat, bu teze yönelik eleştirileri dört grupta toplar. Buna göre üçüncü dünya ülkelerinin pasif olduğu iddiası tartışmaya açıktır; küresel kitle kültürü, yerli kültürün yerini çok fazla alamamıştır; kitle kültürünün yerelleştirilmesi söz konusudur; Meksika, Brezilya, Hindistan, Mısır gibi üçüncü dünya ülkeleri de kendi pazarlarına sahiptir. Kültür emperyalizmi tezine yönelik eleştirilere karşın, uluslararası alanda dolaşıma giren kültür ürünlerinin çoğunun ABD kaynaklı olduğu görülmektedir. Bu alanda izlenen politikalar, Amerika açısından kültürel ürünlerin en az ekonomik ürünler kadar önemli olduğunun göstergesidir.

KÜRESEL BİR SİNEMA ENDÜSTRİSİ OLARAK HOLLYWOOD

Sinema endüstrisindeki Amerikan egemenliği ve Hollywood’un uluslararası film pazarında kontrolü elinde tutması, sinemayla ilgili tartışmaların her zaman Hollywood’la ilişki içinde yürütülmesini beraberinde getirmektedir. Küreselleşmenin uluslar üzerindeki baskısı ve dünya kapitalist sistemiyle bütünleşme süreci, ulusal ve küresel medya endüstrileri arasındaki bağımlılık ilişkilerini daha yakından incelemeyi zorunlu kılmıştır. Günümüzde ulusal bir sinema endüstrisini küresel pazardan ayrı düşünmek oldukça zor görünürken uluslararası pazarda yer bulabilmenin önemli koşullarından biri olan küresel beğeniye uygunluk, kültürel benzeşmeyi de kapsayan birçok sorun alanına işaret etmektedir.

Endüstriyel üretimin akışkan hale geldiği bu dönemde filmler şirketler için tek gelir kaynağı olmaktan çıkmış ve oyuncak, kitap gibi yan ürünlerle desteklenen büyük çaplı pazarlar oluşmuştur. Bu noktada Hollywood’un uluslararası pazardaki hegemonyasını anlayabilmek için Hollywood film endüstrisinin yapısal özelliklerine değinmek gerektiğini dile getiren ve bu özelliklerin birkaç başlık altında değerlendirilebileceğini belirten Wayne, bunları şöyle sıralamaktadır;

– Öncelikle dikey ve yatay tekelleşmenin hâkim olduğu Hollywood film endüstrisi, güçlü bir kapitalist nitelik taşır. Amerikan yerel pazarının büyüklüğü ve büyük şirketlerin oluşturduğu kartelin bu pazardaki egemenliği, küresel çaptaki egemenlik açısından önemli bir güç oluşturur.

-Yüksek üretim maliyetleri, diğer ülkelerin Hollywood’la rekabet şansını azaltmaktadır.

– Hollywood’un pazarda elde ettiği güç, yapım sürecinde bankalardan çok elverişli koşullarda kredi alınmasını kolaylaştırmaktadır.

– Büyük çaplı pazarlama ve reklam kampanyaları Hollywood filmleriyle yarışmayı zorlaştırmakta ve küçük çaplı rakipleri saf dışı bırakmaktadır.

– Hollywood, dünya çapındaki yetenekleri kendi bünyesine katmaktadır.

– Dünya çapındaki dağıtım ağı, Hollywood’un uzun dönem başarısı açısından anahtar oluşturmaktadır.

Dünya çapında bir dağıtım ağının kurulması oldukça pahalı bir yatırımdır. Hollywood’un arkasında Amerika gibi süper bir ekonomik gücün olması, diğer ülkelerin bu konudaki rekabet şansını azaltmaktadır. Küresel ya da bölgesel kültürel egemenliğin o ülkenin kültür ürünlerini ihraç edebilmesiyle sağlanabileceğini vurgulayan Sassoon, böyle bir egemenliğin güçlü bir basını, dağıtım ağına sahip bir film ve müzik endüstrisini ve güçlü bir radyo televizyon sektörünün varlığını gerektirdiğini ifade etmektedir. Güçlü bir iç pazara sahip olmakla birlikte dış pazara çok fazla açılamayan örnekler olsa da Örneğin;Hint film sektörü- güçlü bir iç pazarın varlığı, böyle bir egemenlik açısından büyük önem taşımaktadır.

Tüm bunların yanı sıra Amerikan filmlerinin küresel pazardaki başarısı, Hollywood sinemasının niteliğiyle ilişkilidir. Her şeyden önce Hollywood sinemasının ulusal niteliğinin gözden kaçırılmaması gerektiğine dikkat çeken Hedetoft, üretilen filmlerin tematik yapısının ve bu yapı içinde sunulan fikirler ve değerlerin, Amerikan insanının dünyayı ve toplumu yorumlayış biçimiyle bağlantılı olduğunu ifade etmektedir. Diğer bir deyişle bu filmler, Amerikan kaynaklı ortak duyu anlayışına yaslanır ve ele alınan sorunlar, tüm insanlığın evrensel sorunları olarak yansıtılır. Sonuç olarak baktığımızda; Hollywood’un küresel egemenliği film tüketim alışkanlıklarını biçimlendirmiş, çok salonlu sinema merkezlerinin ve alışverişle birleştirilen eğlence kültürünün belirleyici olması özellikle dağıtım ve gösterim zincirinde birtakım teknolojik dönüşümlere yol açmıştır.

Ancak yerli filmlerin ulusal pazarda Amerikan filmleri karşısındaki gişe başarısı, küreselleşmenin ekonomik ve teknolojik indirgemeciliği aşan ve kültürel anlamlandırma süreciyle ilişki içindeki bir anlayış içinde düşünülmesini gerektirmektedir. Öte yandan 1980 sonrası yerli film pazarına egemen olan dağıtım krizinin bir ölçüde aşılması ve film üretiminin artması sektörün sorunlarının çözüldüğü anlamına gelmemektedir. Üretim alanında ticari temelli yaklaşımların egemen olmasıyla birlikte anlatıların giderek birbirini tekrar eder hale gelmesi film üretiminde tek tipleşmeye yol açmakta, dağıtım pazarındaki yoğunlaşma sektörün iç pazardaki gücü konusunda soru işaretleri yaratmaktadır.

Kaynak: Boss Life Dergi