Kalabalık toplantılarda hem ortamın gürültüsü hem de insanların konuşmaları baş ağrıtıcı şekilde insanı rahatsız edebilir, bu ortamlarda insanları duymak ve odaklanmak için fazladan çaba göstermek gerekebilir.
Yeni medya mecraları kokteyl partisi etkisi altındadır, herkes aynı anda konuşur ve nereye odaklanacağınızı bilemeyebilirsiniz. Devamlı dipten gelen bir gürültü vardır, bir kokteyl partisi gibi insanlar minik topluluklara ayrılmışlar ve kendi alanlarında konuşuyorlardır. Bu kuru gürültü istilasına Kokteyl Partisi Etkisi deniliyor. Burada bir masaya dahil olmazsanız sadece gürültü duyarsınız, uzaktan bakmak veya dinlemek fayda etmez, sadece gürültü duyarsınız.
Kokteyl partisinde insanlar yüksek sesle konuşuyor, bu da yetmezmiş gibi arkada müzik çalıyor, durum bu kadar kötü olmasına rağmen yan masada birisi sizin ilgi duyduğunuz bir konu hakkında konuşuyor ve sizin ilginizi çekiyor. Dikkat dağıtıcı unsurlar olmasına rağmen sizinle alakasız bir masaya tamamen odaklanabiliyorsunuz, buna da Algıda Seçicilik (Selective Perception) veya Seçici İşitsel Dikkat diyebiliriz.
Kendi adınızı veya ilgilendiğiniz bir konuyu duyduğunuz an oraya odaklanabilirsiniz ama bunun dışındaki durumlarda binlerce bildirim aldığımız mecralarda savrulup duruyoruz. Dijital obezite denilen kavram yine burada da karşımıza çıkıyor. Bir insan en fazla 150 kişi ile arkadaşlık edebilir, bunun açıklamasını Dunbar Sayısı yazımda yazmıştım, buradan inceleyebilirsiniz. Peki beynimiz 150 kişi kaldıracak şekilde tasarlanmışken nasıl oluyor da Instagram’da 400 kişinin hikayelerini takip ediyoruz, işte bu durum bizde bir dijital zehirlenme durumu oluşturuyor.
Kokteyl partisi etkisinden korunmak için sosyal medya hesaplarınızda daha az kişi takip edin, mesela ben Instagram’da 0 kişi takip ediyorum, size de önerim en fazla 100 kişi takip etmeniz yönünde olacak.
Bildiğiniz üzere her gün konu ile örtüşen bir şarkı bulmaya çalışıyorum, bugün şarkı aramaya yazı yazmaktan daha fazla zaman ayırdım. Dijital mecralarda hepimizin ortak isteği bulunmak, birileri bizi bulsun istiyoruz, bu yüzden paylaşım yapıyoruz. Nereye gittiğimizi kestiremeden, derdimizi anlatamadan yer alıyoruz bu mecralarda, sanki gözlerimiz kör oldu, o kadar çok yalan bilgi var ki doğruyu yanlışı da kestiremez bir haldeyiz, herkese inancımızı yitirmiş bir haldeyiz, bugün de bu yazıyı okuyan ve “Gel de bul beni” diyen tüm okuyucularıma selam olsun…
Nereye gittiğimi bilmez bir haldeyim
Kime güveneceğimi bilmez bir haldeyim
Çok uzaklarda ulaşılmaz bir yerdeyim
Derdimi kimseye anlatamaz bir haldeyim
Aklım karmakarışık bulanık hislerim
Sanki kör oldum görmüyor gözlerim
Evimde çok uzakta bir yerdeyim
Geri dönüş yolunu bulamaz bir haldeyim
Gel de bul beni
Doğruyu yanlışı kestiremez bir haldeyim
Herkese inancımı yitirmiş bir haldeyim
İyi olmaktan çok uzakta bir yerdeyim
Yerlerde sürünür güçsüz bir haldeyim
Gel de bul beni
Tam yazıyı bitirecektim ki bilmeyenler için Yavuz Çetin hakkında biraz yazmaya karar verdim.
Türkiye’de blues müzik denilince akla gelen ilk isim Yavuz Çetin’dir, bence Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi gitaristidir. Üyesi olduğu Blue Blues Band ile efsane konserler veren Yavuz Çetin MFÖ ile turnelere katıldı ve grubun elektro gitaristi olarak konserlere çıktı.
Yavuz Çetin blues gitarı ile Kıraç’ın ilk albümlerindeki başarısında büyük rol oynadı, özellikle Kıraç’ın yorumladığı Aşık Veysel’e ait “Derdimi Söylesem” isimli şarkıyı dinlemenizi öneririm.
Göksel’in Sabır isimli şarkısında Türkiye’de ilk defa bir gitarist Talkbox kullandı, 15 Ağustos 2001’de köprüden atladı, kurtarılamadı.
Cuma yeni şeyler öğrenmek üzere şimdilik hoşçakalın…