Bugün benim doğum günüm,
Kelimeler büyüyor ağzımda,
Bildiğim bütün hayatlar,
Paramparça paramparça…
Bugün doğum günüm, dünyadaki 31 yılımı doldurdum, 31 yıldır nefes alıyorum.
Liseye başlayacaktım, ben müzik okumak istiyordum ama daha iyi bir gelecek için sağlık meslek lisesi okumak zorunda kaldım. Lise bitti, KPSS ile daha 18 yaşındayken hemen atandım ve röntgen teknisyeni olarak çalışmaya başladım.
Artık param vardı, istediğim müzik enstrümanlarını alabilirdim hemen gittim ve bir Fender Amerikan Stratocaster aldım. Çalmaya başladım, 22 yaşıma geldiğimde artık ayda en az 10 konser veren bir grupta çalıyordum. Grubu daha iyi tanıtmak için o yıllarda yeni yeni filizlenen sosyal medyaya sarıldım, Myspace ve Facebook konusunda bu sayede kendimi geliştirdim, devamlı sosyal medyada tanıtım yapmaya çalıştım, bir süre sonra sosyal medya konusunda müzikten daha iyi olduğumu ve müziği kenara koyup diğer müzik gruplarını sosyal medyada tanıtarak bir kariyer planlamam gerektiğini anladım ve müzik gruplarının sosyal medyasını yaptım.
2012 yılında Sağlık Bakanlığı’nın sosyal medya ekibine dahil oldum. Artık müzik tamamen bitmişti, kendimi sosyal medyaya verdim ve bakanlığa girişimin tam 4. yılında Halkla İlişkiler Daire Başkanı oldum. Bunu çevrem de, ben de beklemiyordum ama olmuştu sonrasında orada da elimden geldiğince çalışmaya devam ettim finalde TRT’ye transfer oldum.
Bugün hala hastanede röntgen çekiyor olabilirdim ama kendimi ait olduğum yere doğru sürüklemek için elimden geleni yaptım. 31 yılın son 10 yılı bu zorlu mücadele ile geçti ve mücadelem devam ediyor.
Şimdi daha fazla okuyorum, daha fazla yazıyorum, size de bunu tavsiye ediyorum. Mutsuzsanız veya şikayetçiyseniz hemen kalkın ve bu sorunu çözün, çözmeniz belki yıllar alacak ama yine de pes etmeden ilerlemeye devam edin.
30’lu yaşlara gelince yaşlandığımı ve amca moduna girdiğimi hissetmeye başladım, düşünsenize yolun yarısına doğru geliyorsunuz, bi’ bu kadar daha yaşayıp öleceğiz yahu! Belki onu da yaşayamayız, “Otuz Beş Yaş” şiirini yazan ve 35’i yolun yarısı olarak gören Cahit Sıtkı Tarancı bile 46 yaşında öldü, biz ne yapalım?
Hayatı bir güne benzetirsek öğle saatlerini geçtik, gün doğumundan gün batımına doğru ilerliyoruz. Filmlerde gün doğumlarında daha umut verici ve neşeli, gün batımlarında ise daha karamsar ve hüzünlü müzikler çalar.
Müzik ile ilgili eğitim alan öğrencilere minör ve majör tonların ve akorların farklarını kolay şekilde anlatabilmek için basit bir örnek verilir. Hüzünlü melodiler minördür, sevinçliler ise majör. MFÖ, “Buselik Makamı” isimli şarkısında kalbimizi bir kurşun gibi delip geçen o sözleri söylüyor: Majörler Tükendi, Minörlere Yolculuk…
Minörler yaşanmış duyguları anlatır, hüznü anlatır bu yüzden belgesellerde gün batımı minördür, gün doğumundaki umut ise majör. MFÖ’de bu yüzden majörleri tüketip minörlere doğru ilerliyor, yıllar geçtikçe elimizde bir parça hüzünden başka işe yarar ne kalıyor ki…
Basmakalıp bir ifade olsa da minör tonlar hüzünlü, majör tonlar neşelidir. Bunun tam tersini gördüğümüz istisnalar olduğu için bir genelleme yapamıyoruz ama yine de bu kural aklınızdan çıkmasın, bir gün lazım olacaktır.
Hababam Sınıfı filminin tema müziğini hızlı çalarsanız neşeli, yavaş çalarsanız hüzünlü bir tat bırakır kulaklarınızda. Müziğin ritmi, kullanılan enstrümanlar, aranje ve bunun gibi unsurlar da verilen duyguyu değiştirebilir ama yine de hüzün, acı, ölüm gibi temaları en iyi minör tonlar ile anlatabiliriz.
Kendinize şu soruyu sorun: Hayatım bir film olsaydı film müziği olarak hangi şarkıyı kullanırdım?