Ali Apaydın
“Ben Stiller değilim.”
Duyumsamak, algılamak ve olmaktan ibaret beş duyuda beliriveren bir hiçliğin adı olan bedenin gelip geçişine düşünme edimi tarafından yapılan müdahaleyle birlikte insanlaşma serüveni başlar.
Kaçınılmaz olan, düşünme ediminin ilk vazgeçtiği şey olmasına karşın, bedenin daima bizzat olan şey olarak yerinizi almada ve sizi siz olmakla tanımlamada ısrar etmesinde yatar. Bu sebepten siz onu düşünür ve onda yaşarsınız. Fakat kaçamazsınız! Sözgelimi, şu anda sağ elin kalemi nasıl tuttuğu, sol elin işaret ve orta parmağı arasındaki sigarayı nasıl kavradığı, sigaranın ağza yükselişi sırasında gözlerin dumanla arasındaki açı, kirpiklerin titreşimi, alın bölgesindeki kaşıntı, kısa bir süreliğine dudakların arasında sabitlenen sigaradan alınan birkaç nefes sonrasında burun deliklerin genişlemesi ve büzülmesi, sağ ayak başparmağı ile masanın sol ayağı arasındaki temas ve bu temas dolayımında zihnin, masaya çapraz bir şekilde yerleşildiğini düşünmesi hiçbir anlam ifade etmez.
Esasen, hem zihin hem de beden daima var-dır, ve daha ötesi bu ikili hiçbir zaman bir ikili olma başarısı gösteremeden, size sizden daha yakın bir siz olarak, bir olarak yutkunur boğazınızda. Komplike bir durumdur bu; artık imgelemin ortadan kalktığı ve yerini karanlık bir dehlize bıraktığı evren esastır. Buna rağmen, tıpkı, fizikçilerin 3+1 boyutun dışında sözünü ettikleri boyutları hayal etmeye çalışan bir meczup gibi, bir zilyetin, uzun süre elinde bulundurduğu bir eşyayı yitirmesi sonrasında kibirli bir şekilde sızlanarak, sadece bir kaybetmenin, anlamamanın ve herkese bahşedilen –bir masumiyet gömleği olarak pek kullanışlı bir kumaşı olan– cehaletin verdiği şevkle yaşanıp, ölünüp ve gidilebilir hâlâ. Fakat ölünüp gidilmeden önceki her anda insan olmak, ve insanlarla yaşamak zorunda olmak önünüzde duran bir duvardır. Bu demektir ki, önünüzü görmek için ne denli hızlı hareket ederseniz, bu duvara o denli sert çarparsınız.
Aceleci bir insan değilseniz, zaten hiçbir şey değilsinizdir ki, bu size, sizi siz olmasanız da olacak bir serüvene ait kılmak dışında hiçbir mekân sunmaz. Dolayısıyla sözünü edebileceğiniz, ancak ve ancak birlikte yaşadıklarınız tarafından hazırlanan bir şablonun içinde karikatürleşen silik bir ismin taşıyıcısı olmak dışında bir beniniz ve kimliğiniz olmaz.
Kuşkusuz kimliksizlik, sürekli bir ertelemenin dayanılmaz ataletini, sorumluluğu ve yaşamı dışarı atabilecek bir etrafın ferahlığını, yaşamı ayaklarınıza serecek bir meçhulün hülyasını, belirsizliklerin neşe dolu sürprizlerini ve bir hiç olmanın doyumsuz hafifliğini sunarak, bir genele ait olmanın sessiz, lekesiz ve mağrur bir yazgısını da beraberinde getirir.
Oldukça tatmin edici bir yazgıdır bu; kursağınızda hiçbir gıdıklanma hissi bırakmaz, midenizi ağrıtmaz, bağırsaklarınızdan rahatlıkla süzülebilir ve bir dışkı halini alıp, salt bir selüloz yığını olan salatalık gibi hazmı kolaylaştırmak dışında hiçbir işe yaramadan vücudunuzdan dışarı atılabilir. Ancak sorun tüm bunlara rağmen varlığını sürdürmeye devam edecek, ve siz istemeseniz de atacağınız her adım sizi duvara bir adım daha yaklaştıracaktır. Nasıl mı? Tüm sıfatlarınızı atın üzerinizden, bir iş yerinde çalışıyor olmaktan kaynaklı olan unvanınızı, ebeveynlerinizden kaynaklı evlat olma sıfatınızı, birilerinin arkadaşı, eşi, dostu, sevgilisi olma konumunuzu, ait olduğunuz zannında yaşadığınız bir ülkenin vatandaşlık numarasını… vs. hepsini atın. Şayet geriye kalan bir şey söz konusu değilse, siz de söz konusu değilsiniz demektir. Ve bu yokluğunuz içinde varlaşacağınız tek an duvara çarpma anından başka bir an değildir. Nitekim, ertelemenin kaçınılmaz yazgısı, kabarmış bir faturaya karşılık gelir ki, bu durum, eskiden bir oyuncu olarak rol aldığınız sahnede bizzat oynadığınız oyuncunun ta kendisi olmanıza sebep verir. Ve bundan böyle, artık bir oyun oynayan değil, oynayanları seyreden, ve onların tıpkı kendiniz gibi oynayarak kalacakları sanısı içinde kibirlenen; bir yandan ise kendi adınıza oynadığınız roldeki o olmayı gerçekten isteğinizi kanıtlamaya çabalayan, ve bunun da temel isteğiniz olduğunu anımsamak için geçmiş yaratmaya başlayan; bu yegane etkinliğinizin verdiği güvensizlikle derhal olmayan bir beni oynadığınız roldeki o ile aynılaştırmaya ya da en azından bütünleştirmeye çabalayan bir kusmuk halini alacaksınızdır. Eh, bu vakit itibariyle sizi yaşatan da bu olacaktır zaten. Çünkü olasılıksız bulunduğunuz bir yok-varoluş içinde, içlerinden birini dahi tanımadığınız herkesle birlikte yaşatılacaksınızdır.
Gelgelelim yaşatılmak yaşamak demek değildir. Ve daha vahimi, gerçeklik şimdide bulunan bir özüt değil, kendini ancak geçmişte açığa vuran bir yapı olduğundan, ve sizin yapmak istediğiniz gibi yaratılan değil de olan ve yaşanan bir olgu olduğundan; bir başkası olabilmeyi seçebilme özgürlüğünün yitimi sonrasında, aynı zamanda kendiniz olmayı da seçebilme özgürlüğünü elinizden kaçırmış olarak, yersiz fakat boşuna bir sızlanışla “Ben White değilim” diyebilir, ve böylece Stiller olma olanağınızdan da yoksun kaldığınızı duyumsayabilirsiniz.
NOTLAR
Frisch, Max; Stiller; YKY; Mart 1996; çev. İlknur Özdemir. Yazının başlığı, romanın ilk cümlesidir.
Bu yazı ilk olarak 3 Mayıs 2009’da Günlük Haber gazetesinde yayımlanmıştır.