Küba: Yeşil Timsah

Yazar-Fotoğraf: Olay Salcan
[email protected]

Dünyada en çok gezip görmek istediğim ülkelerin başında her zaman Küba yer almıştır. Çalışmanın verdiği telaş içerisinde
daha yakın ülkeleri tercih ederek Küba’yı hep ihmal etmişimdir. Ama sonunda, Fidel Kastro, Che Guevara, Mojito (mohito diye
okunuyor.) ve Buena Vista Social Club’un ülkesine, Küba’ya gitmeye karar verdim.

Ancak Küba’yı görünce, Küba’nın güzelliklerinin ve sahip olduklarının yalnızca Fidel Castro ve Che Guevara ve Mojito olmadığını anladım. Çünkü Küba’da inanılmaz bir kültür karışımı var. Bunu halka bakınca anlıyorsunuz. En beyaz tenlisinden, en siyahına kadar bütün tonları görebiliyorsunuz. Bu kadar çeşitliliği hiç bir yerde göremem herhalde düşüncesine kapılıyorsunuz. Bu bende şaşkınlık yarattı. Ama bu şaşkınlığı çevreye alışarak tam atlatmaya başladığınız zaman; bu insanların birbirleri ile beraber hiç bir ırk, din ve renk ayırımı gözetmeden yaşıyor olduklarını anlamanız fazla uzun sürmüyor.

Herkes birbirine destek oluyor. Aralarında müthiş bir dayanışma var. Örneğin, oto yollar da (aslında bölünmüş yol) dahil tüm yerleşim yerlerini birbirine bağlayan yolların kenarlarında yürüyen insanlar görüyorsunuz. Bazı yerlerde bunların, bayağı kalabalık olduğunu fark ediyorsunuz. Küba’da taşımacılık gelişmemiş olduğundan bu kişiler, otostop yaparak bir yerden diğer bir yere gidiyorlar. Araçla gidenler de bunları almamazlık etmiyorlar.

Küba halkı, genelde Afrikalılar, İspanyollar ve Meksikalılardan oluşan renkli bir topluluk. Bu renklilik, yaşamlarının her yönüne yansımış. Afrika tarzı rengarenk giysileri ile dolaşan kadınları ve Meksika şapkalı erkeklerini her zaman görebilirsiniz. Bu renkliliği en çok müzikte hissediyorsunuz. Kölelerin getirdiği Afrika’nın vurgulu ve gizemli ritimleri ile İspanyolların taşıdığı Akdeniz’in oynak tonları kaynaşıp çok farklı, kulağa hoş gelen, insanı yürürken ve otururken kıpır kıpır yapan bir müzik ortaya çıkmış. Buna Amerikalıların cazı ile Güney Amerika salsaları da karışınca insan yerinde duramıyor. Yolda sakin sakin bir kafenin önünden geçerken duyduğunuz müzikle hemen ister istemez hareketlenmeye başlıyorsunuz. Dikkat ettim, yalnız ben değil, ama herkes.

Sanki sihirli bir değnek değmiş gibi. Bu da müziğin gücü ve aynı zamanda baştan çıkarıcı cazibesi herhalde. Küba, bir müzik cenneti, ama Küba’da gerçekten kaliteli müzik yapılıyor. Kafe ve lokantalarda ve hatta sokak köşelerinde müzik yapan gruplar var. Emin olun çok kaliteli müzik yapıyorlar. İşin tuhaf olan tarafı her grup kendi CD’sini yapmış ve arada satıyorlar. Eğer hepsini alırsanız, sonunda müthiş bir koleksiyona sahip olabilirsiniz. Bu insanlar müzik yaparken farkı hissediyorsunuz. Çünkü size çok iyi gülüyorlar ve yakınlaşıyorlar. Çok cana yakın ve sıcak insanlar olduklarından sizinle hemen bir ilişki kuruyorlar ve sizi de icra ettikleri müziğin içine dahil ediyorlar. Kendinizi grubun bir üyesi gibi hissediyorsunuz. Keşke Türkiye’de çaça ve salsa dersleri alsaydım diyorsunuz.

Bir de bakıyorsunuz kalkmış dans ediyorsunuz. Kendinizi müziğe bırakın ve bunun keyfini çıkarın.

Emin olun Küba’dan başka bir yerde yok bu güzellik. Bunu doya doya yaşayın. Yazımın başlığında “Yeşil Timsah” diye bir ifade kullandım. Kübalılar ülkelerine böyle diyorlar. Hediyelik eşyalara da yansımış. Bunun nedeni de; Küba adasının bir timsaha benzemesi ve çok yeşil olması. Gerçekten de Küba çok yeşil bir ada ve ormanlar ile kaplı. Bazı bölgelerde yağmur ormanları yer almakta. Sarı bir yer göremiyorsunuz. Vinales Vadisi buna verilebilecek çok güzel bir örnek. Kendinizi Hindi Çin’ de sanıyorsunuz. Küba’nın en güzel zenginliklerinden birisi, 1950 yıllarından kalma eski model Amerikan arabaları. Bu kadar uzun bir zamandan beri bakımlı ve çalışır vaziyette bunları muhafaza etmek, büyük bir başarı olsa gerek. Özellikle Havana’ da çok sayıda, her marka ve modelde araba var. Amerikalılar ülkeyi terk ederken bunları götürememişler. Bunlar, Küba’ya ayrı bir hava veriyor. 1919 model Ford araç dahi gördüm. Ancak duruyordu.

Çalışıp çalışmadığını öğrenemedim. Adeta açık Amerikan arabaları müzesi. Görülmeye değer. Böyle bir ülke dünyada var mı? Ben hatırlamıyorum. İnanılmaz bir nostalji. İnsan hangisine bakacağına şaşırıyor. Küba’da Che Guevara, bir kahraman olarak her yerde. Küba’nın sembolü olmuş. Fidel Castro’dan daha ünlü ve halk tarafından çok seviliyor. Santa Clara’da kendisine çok güzel bir anıt mezar yapmışlar. Diğer devrimde ölenlerle beraber gömülmüş. Bu kadar ünlü olmasının sebebi bence çok yakışıklı olması, genç yaşta ölmesi ve Bolivya’da yine bir devrim hareketinde ihanete uğrayarak öldürülmesi. Küba halkı da kendisini çok seviyor. Küba’nın diğer ünlüleri; purosu, romu, mojito ve kahvesi. Purosu, “Havana Purosu” adıyla tanınıyor ve tamamen el yapımı. Ben puro fabrikasını gezdim. Buna fabrikadan ziyade atölye demek daha uygun olur. Hiç makine yok. Dünyada Havana purolarının meşhur olmasının en önemli nedeninin kalitesinden ziyade, Fidel Castro ve Che Guevara’nın bunları içerken gösteren boy boy resimleri olduğuna inanıyorum.

Küba, rom’un vatanı.

Şeker kamışından üretilen bu içkiden yapılan Mojito, Cuba Libre ve Daiquiri Frappe gibi kokteylleri çok ünlü. Beyaz rom, şeker, yeşil limon (lime), soda, buz ve taze nane yapraklarından yapılan ve Küba’da yaşayan Amerikalı ünlü yazar Ernest Hemigway’in de favorisi olan Mojito’yu daha çok beğendim. İnsanı sıcak havalarda ferahlatan bir içki. Daiquiri’nin içine çok buz konuyor. Cuba Libre coca cola ile yapılıyor. Mojito’yu tercih ederim. Bana kalırsa, Küba’yı anlatmak için Küba’yı ikiye ayırmak daha uygun olur. Birincisi Havana, ikincisi ise ülkenin geri kalanı. Çünkü Havana, iki milyonluk nüfusu, tarihi dokusu ve geçmişte yaşadıkları ile çok farklı bir şehir. UNESCO tarafından 1982 yılında Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmış olup bölge bölge restore çalışmaları devam etmekte.

Gerek Havana’da ve gerekse bu şehirlerde yapılan restore çalışmaları ile binalar çok renkli olarak boyanmakta. Bir sokağa girdiğinizde her binanın ayrı bir renge boyandığını görüyorsunuz. Bu da Küba’nın çok renkli kültürünü yansıtmak için olsa gerek. Şehir merkezi ve hemen yanındaki bir kaç sokağın dışında kalan sokak ve caddeler ise eski ve harap haliyle durmakta. Amerikalılar Havana’yı terk ettikten sonra binalara fazla bir şey yapılmamış (restore edilenler hariç) ve zaman da acımasızca onları eskitmiş. Bir kısmında insanlar yaşıyor, ama diğerleri boş. Bazı yerleri terk edilmiş. Emin olun buraları gezmek çok daha farklı. Ancak binalar harap ve eski olmalarına rağmen muhteşem. Bunları bu halleriyle görmek bugün için kaçırılmayacak bir fırsat. İnanıyorum ki yakın bir zamanda Küba’nın bu eski, oldukları şekliyle asırlık bir çınar gibi ayakta durmaya çalışan, ama devrimi, acı ve tatlı olayları yaşayan, yaşananları bir bakışta anlatan, hüzünlü binalar değişecek, hepsi makyajlı ama bir şey anlatmayan binalar haline gelecekler.

Havana’da dolaşmak çok eğlenceli. Hangi kafe ve lokantaya girerseniz girin muhakkak müzik var. Cadde ve sokaklarda müzik yapan ve dans eden sokak çalgıcıları ve dansçıları görülmeye değer, Oto yollarda bile mola verdiğiniz yerlerde müzik yapıyorlar. Havana’daki Tropicana adlı kabere görülmeye değer. İki saat süre ile yaptıkları gösteri, Paris’teki Lido’yu aratmıyor. Caddelerde rengarenk elbiseleri ile dolaşan güzel Küba kızları, bir peso karşılığında size öpücük verirken resminizin çekilmesine izin veriyorlar. Ağzında puro sizinle peso karşılığında resim çektiren renkli giysili erkek ve kadınlar çok sevimli. Sizden peso, sabun ve kalem isteyenlere kızamıyorsunuz. Çok cana yakınlar. Cienfueros, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen Karayip Denizi kıyısında bir şehir. İspanyollardan kalan sarayı, tarihi meydanı ve tiyatrosu ile çok ünlü. Karayipler’de denize girmek çok güzel ve de havalı oluyor. Amerikan korsan filmlerinde gördüğümüz maceraların havasına hemen giriyorsunuz.

Karayip Korsanları filminin ister istemez etkisi altında kalmışım.

Güneşin batışı da farklı bir güzellik burada. Trinidad, Küba’nın görülmeye değer yerlerinden birisi. Küba tarih ve kültürünün yansımalarını burada görebiliyorum. Gezerken gördüklerimden son derece keyif alıyorum. Havana’da olduğu gibi burada da şehrin merkezi, ciddi bir restorasyon görmüş. Ancak diğer sokaklar, harap ve orijinal halleriyle size her şeyi söylüyorlar.

Sokaklar, gençlerin bilmediği ama eskiden Türkiye’de de olan “Arnavut Kaldırımlı” hali ile aynen korunmuş. Trinidat’a özel “La Canchanchara” adlı içkiyi Küba müziği eşliğinde içmek ayrı bir keyif. Tabii ki romdan yapılmış. Ancak bu sefer içine bal katılmış, hafif, keyif verici ve rahatlatıcı. Saatlerce Trinidad’ı dolaştım. Mola verdiğimiz lokanta ve kafede Mojito veya La Canchanchara içtim ve Küba müziği dinledim. Çok keyif aldım. Türkiye’ye dönmeden önce son iki günümü Varadero’da geçirdim. Bu benim için çok dinlendirici ve o kadar da keyif verici oldu.

Varadero, Atlas Okyanusu kenarında bir şehir. 20 km. uzunluğunda incecik kumu, turkuaz yeşili denizi ve palmiyelerle süslenmiş sahili olan bir şehir. Rüya gibi. Bunu anlamak için yaşamak gerek. Ben, eskiden Hilton olan bir otelde kaldım. Bol bol denize girdim ve güneşlendim. Ayrıca güneş buradan çok farklı batıyor. Grupta Mojito içmek çok güzel. Küba, yemyeşil ve cennet gibi bir ülke. Evet ekonomik olarak fakir bir ülke, ama kültür, tarih, doğa, müzik ve sevimli, cana yakın insanları ile çok zengin. Orada yaşayan insanların renk, ırk, milliyet, din ayırımı olmadan birbirlerini destekleyerek yaşamalarını görmek ne kadar güzel.

Dünyada çok ender rastladığımız değerlerden birisi. Ders alınacak bir durum. Tropikal sahilleri inanılmaz. Rüya gibi. Eski ve harap olmuş binaları tarihin ayakta kalmış birer anıtı, ama restorasyonla yıkılıyorlar. Küba mutfağı diye bir şey yok. Yemekler, iyi değil. Otellerde işletmecilik de, yeterli değil. Bu konuda daha çok şey öğrenmeleri gerek. Küba, devrimiyle dünya tarihinde önemli bir yeri olan bir ülke. Rusya’nın çökmesi ve Çin’in kapitalizmi tercih etmesinden sonra dünyada tek sosyalizmi uygulayan ülke. Ciddi bir ambargo altında. Çin gibi ülkeler tarafından destek görüyor. Turizm, en önemli gelir kaynaklarından biri haline gelmiş. Turist olarak gelenlerin çoğu, Kanadalı ve AB ülkeleri halkı. Sosyalizm, yavaş yavaş gevşemiş. Kazanılan paradan dolayı kişiler arasında gelir farklılıkları oluşmaya başlamış. Küba, değişiyor ve eski halinden de çok şeyler kaybediyor. Güzel olan, bu günkü hali. Bu değişikliği tamamlamadan görülüp gezilmesi gerekir. Yoksa ciddi bir fırsat kaçmış olacak. Yakın bir zamanda eski ve harap evleri olmayan Havana, Trinidad, uzun ince kumlu, turkuaz renkli denizi ve palmiyeli sahilleri ile yeni yüzlü Küba.
Saygılarımla.

Kaynak: Boss Life Dergi