Sonunu bildiğiniz bir filmi izlemek size zevk verir mi, millet boşuna mı bağırıyor “spoiler verme!” diye. Bugün Ernest Hemingway’in “Buz Dağı Teorisi” ile ilgili yazacağım. Meslek hayatına gazeteci olarak başlayan ve sonrasında yazarlığı ile Nobel Edebiyat Ödülü’ne kadar yol alan Hemingway, bize sadeliğin vurucu gücünden bahsediyor.
Yazar, her şeyi yazmanın okurları aptal yerine koyduğunu, bu yüzden yazıda görünen kısımdan çok okuyucunun hayal dünyasına bırakılan bir kısım olması gerektiğini savunuyor. Bunu buz dağına benzetiyor, yazar okuyuculara sadece buz dağının görünen kısmını gösteriyor, suyun altında kalan daha büyük ve zengin kısmı okuyuculara bırakıyor.
Buz dağının ortalama 1/7’si suyun üstündedir, yazılarda da okunan kısım sadece yazılanı değil aynı zamanda görülmeyeni de sezdirmelidir. Hemingway’e göre yazı sadece harflerden ibaret değildir, önemli olan yazının insanı götürdüğü yerdir.
Yazı ne kadar az olursa buz dağı gibi temeli o kadar kuvvetli olur ve alt metin oluşumu kolaylaşır. Hemingway intihar ederek yaşamına son vermiş, kendi hayatını bile yarım bırakmış. İntihar deyince aklıma Cesare Pavese geldi, yarın da ondan bahsedelim.
Bu güzel Pazar gününde beni okuduğun için teşekkür ederim.
Her şey yarım kalmışken ben de yarım şarkısını paylaşabilirim.